Yaşam Büfesinde Profesörler (2)

…Yaşam büfesinde sırada olduğunuzu sandığınız anda bir de bakarsınız ki yasal zorunluklar yeni sıralar oluşturmuştur. Yıl 1970 dir. Devlet Personel Yasası (657) yenilenmiştir. Temel koşul en az ilk okul diplomasına sahip olmaktır. Yaşınız elliyi aşmıştır. Emekliliğinize birkaç yıl kalmıştır. Sınavlara girmek zorundasınızdır. işiniz zordur. Konya’lı Mehmet bu zoru nasıl aşmıştır ?…”

Merhaba

Baktım ki E.D.Bono‘nun “sur/petition“ındaki “tahrik” beklediklerimde pek işe yaramayacak ve “eleştiri” de olsa birkaç gün önce çok değerli bir ses geldi; o halde ben profesörlerle devam edeyim istedim. Belki sessizlik sürecindeki özümseme çağrımın kabul görmesine neden olur. Olmazsa ne olur ? Canınız sağ olsun. Keyif sizin köy Mehmet Ağanın.

Kurumsal çerçeve altında yaşamak güzeldir. Şemsiye sizi beklenen zorluklardan koruyacaktır. A.Maslow‘un “ihtiyaçlar hiyerarşisi” çalışmaktadır. GAT dengesiyle kariyerinizde ilerlersiniz. Koşullarınıza göre işinizden keyif de alırsınız. Grup içinde, kimi zaman çatışsanız da yuvarlanır gidersiniz. İş tanımlarınız vardır. Sınırları korursunuz. İsterseniz zorlarsınız. Tercih size kalmıştır. Birgün gelir keyfiniz kaçar. Yetkinlikleriniz yetmez olur. Vadiyi aştığınızda yeni ufuklarla tanışırsınız. Vadinin yamaçlarında görünüm aynı olsa da kültür değişmiştir.

Geçen haftaki SSTC öğrenme yolculuğunda katılımcılara (hepsi üniversite mezunu ve çoğu tarımcı)

“Diplomanızın geçerlilik süresi ne kadar ?”  diye sordum.

Yanıtların geneli “ömür boyu” oldu. Şaşırdım. Halbuki benim beklentim çok kısaydı. Örneğin “altı ay” gibi. Çünkü mesajım “son altı ay içinde mesleğinize, işinizin yapılmasına yeni bir şeyler katmadıysanız geçerlilik sürenizi yitirmişsiniz”di. Amacım öğrenen kurum olma yolunda bireylerin hergün yeni bir şeyler öğrenerek “kaizen“i günlük yaşamın bir parçası kılmalarıydı. Böylece kendi işlerinin profesörü olacaklardı.

Yaşam büfesinde sıraya girip öne geçmeye çalışan bir başka profesöre ilişkin bir basit öyküyle yazımı sürdürmek istiyorum.

“… Profesörün biri son vapuru kaçırmış ve boğazın karşı tarafında geçmek için bir kayıkçıyla anlaşmış. Kayık yola çıkmış. Bir süre sonra profesör sohbet etmek için kayıkçıya  “Matematik bilir misin, matematik ?”  diye sormuş. Kayıkçı “bilmem !” demiş. “Yazık …” demiş profesör “ömrünün bir çeyreği boşu boşuna geçmiş“. Biraz daha ilerleyince profesör tekrar sormuş: “İngilizce bilir misin, İngilizce ?“. Kayıkçının yanıtı yine “bilmem !” olmuş. “yazık…” demiş profesör “ömrünün yarısı boşa geçmiş“. Boğazın yarısına geldiklerinde bu kez kayıkçı sormuş ” Yüzme bilir misin, yüzme ?”. “hayır” demiş profesör. Kayıkçı eklemiş “yazıkÖmrünün tamamı boşa gitmiş; çünkü kayık su alıyor. Batıyoruz …”

Kıssadan hisse: Ne emekler veririz, yıllarca didinir dururuz ve yaşam büfesindeki sırada önlere doğru ilerlerken kendimize dönüp bir bakarız, işimizin profesörü olmuşuz. Mutluyuzdur. Kariyer planlarımız nettir. Kurum bize yatırım yapmaktadır. Hiyerarşik yapımız gelişmiştir; piramidin üst kısımlarına doğu hızla ilerlemekteyizdir….

Şimdi anlatımın akışını burda keseyim ve şu piramide biraz farklı yer vereyim. Geçen gün “bilgelik piramidi”nden söz ettim. Verileri dört aşamadan geçirip “bilgelik” e eriştirebilmeye kısaca değindim. Bunu yapmak kolay değildir. Çünkü elinizdeki “gizli” ya da “kerameti sizde menkul” bilginin yarattığı gücünüz diğer bir deyişle varlığınızın “hikmet-i vecibesi” kaybolacaktır. Haksız da sayılmazsınız. Ama asıl güç olan nedir bilirmisiniz ? Piramitte yükseldikçe “iletişimsizlik” riskinin artmasıdır. İletişimi geliştiremezseniz işte o zaman gerçek felaketle tanışacaksınız demektir. Tıpkı kayıktaki profesörün durumu gibi…

Piramit hemen hemen tüm yapıların temel şeklidir. Piramitte iki tür akım vardır. Yukarıdan aşağıya doğru “değer” akışı olur, aşağıdan yukarıya doğru “güç/iktidar” artışı. Değer akışı azalırsa, tabanda çalışanların beklentileri karşılanmazsa otoritenin (isterseniz adı bu kez CEO olsun) gücü sürse de dengeler bozulur. Moraller bozulur. Sistemler bozulur. Kriz başlar; tıpkı su alan kayık gibi…

Su alan kayıktaki temel beceri olan “yüzme” kadar önemlidir, kriz yılında iletişim becerisi… Kimsenin aklına o güne dek yüzme bilip bilmediğimizi sormak, bilmek gelmemiştir.

İşte SSTC öğrenme yolculuğu dediğimiz yaşam becerisi, daha işin başında sıraya girerken bize temel yetkinliklerimizi sorgulama ve geliştirme fırsatı vermektedir. Önce şu soruların yanıtını ararız:

  • Ben kimim ?
  • Nereye gidiyorum ?
  • Amacım ne, hedefim ne ?
  • Hayallerimi hedef kılabiliyor muyum ?
  • Hedefe nasıl ulaşacağım ?
  • Ulaştığımı nasıl bileceğim ?
  • Yönüm ve seçimim doğru mu ?
  • Sonuçları yönetebiliyor muyum ?
  • Potansiyeli açığa çıkarıyor muyum ?
  • Üst sınırım nerelerde ?
  • Hazır mıyım ? (Lütfen dikkat buradaki “hazır olmak” biraz farklı düşünülmelidir. Önceki yazılarımda değindiğim Hz.Musa’nın öyküsündeki “hendekler”in hazır olması gibi düşünün. İnancın gücünü düşünün)
  • Yetkin miyim ?
  • İstekli miyim ?

İşte, SSTC bize öğrenme yolculuğunda, bireysel ve kurumsal gelişmelerimize süreklilik katma olanağını verir ki bir başka yazımda bu yaklaşımı bir de “Konya’lı Mehmet’in Coğrafya Sınavı“ndaki “Ankara’ya gidebilmek” öyküsü ile bir kez daha dile getireceğim.

Sağlık ve esenlik içinde kalın.

Yolunuz hep aydınlık olsun.

Öykücü (mustafa@copcu.com)