Yaşam Büfesinde “Performans”

“… Ekim 1998 de Cennet-Cehennem’den Mersin’e dönüyorduk. Yorgunduk. Sürünerek yer yüzüne çıkmayı oyun yapmıştım. Ne var ki iki sene sonra tıkalı dört damarın oyun olmadığını anlayacaktım. Otobüste otorite arka taraflarda yalnızdı. Düşünceliydi. Zor bir yıldı. Beklenmedik bir şekilde pazarlama müdürü istifa etmişti (!). Mükemmel bir birikime sahip genç meslektaşıma ısınamadan ayrılmıştı. Ben Malatya’dan yeni dönmüş ve E.D.Bono’nun “Altı düşünce şapkası”ndan “kara”yı seçerek film oynatıyor ve “satış” a kafa tutuyordum…”

Merhaba

Bugün, Afyonkarahisar’daki SSTC öğrenme yolculuğumdan döner dönmez ayağımın tozuyla bu konuyu niye dillendiriyorum ?

Pek çok nedenim var. Bir yandan aklım hâlâ “boşvermişilik” davranışını kabullenemiyor. Son yirmi dört yılda beni üç kez istifa noktasına getiren olguları unutamıyorum. Kendime soruyorum “hangisine dayanmak daha zordu ?” diye.

İlki özel sektöre geçişimin ikinci yılında (1987) demo bağlarımı inceleyen Dr.D.K.’in “you don’t get money from government  (sen paranı devletten almıyorsun)!” idi ki henüz SSTC almadığım halde “olumsuz gibi görünen müşteri responsu“nu “görmezden gelip” anında şu soruyu sormayı nasıl becerdiğimi de hâlâ anlayabilmiş değilim: ” who is picking-up the flowers (çiçekleri kim topluyor) ?”… Henüz “çiçek sulama” deyimi popüler olmadığı için toplamakla idare etmiştim. Bu sözü haketmiş miydim ? Ancak ardından “demo teknikleri” ni daha iyi öğrendiğimi ve hatta üç yıl önce bölgeleri dolaşıp “EDM by USS (Güncellenmiş Satış Becerileriyle Etkili Demo Yönetimi) Eğitimi” verdiğimi anımsıyorum (bu gayretlerim”maksat muhabbet olsun” dan öteye algılandı mı; bu eğitimden bir yıl ay sonra pazara verilen yeni bir ilacın demolarında kullanıldı mı bilemem !).

İkincisi 2004 yılının ortalarıydı. Pazarlama müdürüydüm. Bir cuma günüydü. Ertesi gün yeni bir ilacın tanıtım toplantısını yapacaktık. SSTC nin temel kuralı gereği “prova ” yapacaktık. Otorite çağırdı. Gittim. Yarım saat sonra izin alıp toplantıma döndüm. Otorite tavrıma kızdı. Otoritesine karşı gelmiştim. Otorite beni öptü. Hak etmemiştim. Etkiyle tepki arasındaki boşlukta yer alan özgürlük alanında öğrenmeyi yeğledim. Zor insanlarla geçinmeyi öğrendim.

Biliyor musun en zor olanı geçen yıla (2008) dayanmaktı. Tüm grup üzülmemem, yorulmamam için elinden gelen her şeyi yaptı. Beni “yok varsaydılar”. Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabildim. Akademilerine katkım olabilirdi. İstemediler. Sahra gücünü etkinleştirme programında yer alabilirdim. İstemediler. Her yıl olduğu gibi, kışın sonuna doğru “….. by USS (Güncellenmiş satış becerileriyle….)” diğer bir deyişle SSTCöğrenme yolculuğuyla yaşam büfesinde sıraya geçmiş olanların “sırada kalma“larını kolaylaştırıcı turlara çıkmaya hazırlandım. Otorite “neden“ini sorguladı ve “ölçülebilir” değerlerle “karşılaştırma” istedi. Tam da benim aradığım kavram: Ölçmek. SSTC öğrenme yolculuğunun temeli. Otuza yakın kriter belirledim. Sahra gücünü dört ayrı bölgede topladım. Birine habersiz, zorla girdim. Bölgelerdeki üç gücün bütünleşik olabilmesiydi beklenen. Ben de merkezi “ne” konusunda bilgilendirmek için sadece “10 dakikalık beraberlik” istedim. Evet sadece on dakika. Üstelik onlar ne zaman isterse. Teklifimi cazip kılabilmek için Selection aldım; yeni kadehler aldım; tribüşonu da hazır ettim. Gelmediler. On dakika vermediler. Yıl boyunca buna kahroldum. Beni yok saydılar. Yine teklemeye başladım. İstifa etmemek için çok zorlandım. Az kalmıştı. Sona yaklaşmıştım. Tekkeyi beklemeliydim. Tekkeyi beklemekte zorlandım. “Shadow effect / Spartaküs Sendromu“ndan korktum. Çok şükür. Korktuğum başıma gelmedi.

Bu anlattıklarımla konu başlığını birleştirmek algılarınızda zor olacak. Yardımcı olayım. Otobüsteki otoriteye dönüp dedim ki “profesyonel kimdir ?”. Kısa süren sessizliği benim yanıtım bozdu. “profesyonel hırsızdır...”. Kolay kabul edilecek bir yanıt değil. Devam ettim “fikir hırsızı; ama çalıdğı fikrin kaynağını söyler“. Devam ettim. “Profesyonel kalabalıklar içinde yalnız kişidir“. Bu sözleri kısa bir süre önce Sayın Ulaş Bıçakçı‘nın bir köşe yazısında okumuştum. O tarihte sayın Bıçakcı, Yönetim Danışmanları Derneği’nin başkanıydı. Neden böyle davranmıştım ? Otorite otobüste yapayalnızdı. İş yönetiminde de en büyük yardımcısını yitirmiş; yalnız kalmıştı.

Sayın Bıçakçı’yı daha sonra “spartaküs sendorumu” konulu köşe yazısında tanımıştım (daha sonra da “başarını olmayan rotası” gibi bir ismi olan kitabını alıp okudum). Bu yazıyı DOD 2001 toplantımın üçüncü fıkrası olarak (COPCU‘ nun “P” si: Performans ya da Produktivite) anlatmazdan önce gruptaki hanım arkadaşlarımdan bağışlanmamı istemiştim. Çünkü fıkra gerçek sözcükleriyle anlatıldığında vurgusu tam oluyordu ve o sözcükler de birazcık pornografikti.
Biz lisedeyken böyle ilgisiz anlatım ya da olayla karşısında “ne münasebet ?” diye sorardık. Yanıt da çoklukla “gizli münasebet” diye gelirdi. Her neyse ! İkinci birleşmenin temelinde “kuvvetlerin ayrılığı” prensibi vardı. Karar verici, sahra gücünü oluşturan üç temel güç (satış, teknik ve pazarlama) arasında “challenge/düello” olacak ve daha başarılı olunacak diye düşünmüştü. Olmadı. “Azınlıklar dayanışması” ile değişime direnen yapılar daha da kemikleşti. Bu süreç içinde kimi zaman otorite değişime zorladı. Direnç daha da arttı. Sözcüler de suçlandı. “Hayırlı bir şey olsaydı...” yaklaşımı buna güzel bir örnek. Ya da “kolaylaştırıcı Koçluk” çalıştayında becerisini keskinleştirerek cesaret bulan Elit Koç‘un Çanakkale’nin serin sularına bakarak (Ağustos 2007) “nerde durduğunuz belli değil…!” sözleri de büyük olasılıkla 2008 in sessizliğinin nedenleri arasındadır.Bu yıl başında tekrar “kuvvetlerin birleştirilmesi”ne dönüldü. İyi olur inşallah. Ancak ilk yapmaları gereken, beyin fırtınasında (16.10.2008) birkaç kez yinelendiği gibi “iletişimi geliştirmeleri” . Bunu da bir başkasından beklemeyecekler. Kendilerine bakacaklar. Örneğin 19.01.2009 de beklediğim yanıta (onlara bedava promotör olma talebim) neden sessiz kaldıklarını sorgulayacaklar. Daha pekçok sorgulamaları gereken şeyler var… Allah yardımcıları olsun.
Çerçeve çalışmaları” nda aldıkları role birazcık olsun inansalardı; performans yönetiminin ağırlık noktası olan “geribildirim” vermeyi gönülden isteselerdi; Johari Penceresi’nde buluşmayı yeğleselerdi bana ayıracak pekçok 10 dakikaları olurdu. Nasipten gayrisi olmuyor. Selection hâlâ onları bekliyor ve onlara yine on dakikalık mesafedeyim.
Hiç bir zaman geç değildir.
Yeter ki siz isteyin.
Yolunuz hep aydınlık olsun.
Öykücü (mustafa@copcu.com)