Yaşam Büfesinde “DOD ve MAS”

“… Bir karikatür anımsıyorum. Aynen şöyle diyordu sıpa, babasına “Baba büyüyünce ben de senin gibi eşek olmaya mecbur muyum ?“. Yaklaşık onbeş yıl önceki ülkesel krizin etkileriyle bocalayan şirketimin konusunda uzman çalışanları hem değişimin gerekliliğini görüyor ve hem de değişimden korkuyorlardı. Değişime liderlik etmeye çalışıyordum. Bu görüntü altında yıllık toplantıda yukarıdaki karikatürü kullandığımda izleyenlerin yüzleri yine allak bullaktı (Fethiye 1995) …”

Merhaba

Değişime ait beylik sözden sıkılıyorum. Ne zaman “değişmeyen şey değişimdir.” sözünü duysam değişime bakışı sıradanlaştıran, yaşam büfesinde sırada kalmaya çalışmaktan koparan bu ifade midemi bulandırıyor. Önemli olan içinde yaşadığımız, içimizde yaşayan değişimin farkına vararak onu özümsemek, yaşam büfesinde sırada öne geçerken ondan etkili bir şekilde yararlanabilmek. Bu da beni MAS‘ın “S” sini oluşturan “Smarter” a götürüyor. Diğer bir deyişle yapmakta zorlandıklarımızı daha farklı yapmanın yollarını bulmak için, daha akıllı olmak için, daha kurnaz olmak için yetkinliklerimizi geliştirmeye götürüyor. Sözün özü, “küçük beceriler“.

Önceki yazımda sözünü ettiğim 32 küçük becerimizden “kendine liderlik” bölümündeki sekizinci beceriye yeniden kısaca değinerek bugüne başlamak istiyorum. Adına İngilizce “journaling” dediğimiz bu beceride “Her zaman uyanık ol; yanında hep kağıt kalem taşı. Etrafında neler oluyor dikkat et. Ajandan olsun. Gece gündüz deme not tut. Notlarını anlamlandır. Süsle. Renkle. Bir gazeteci gibi meraklı ol. Grupla. Yorumla. Zaman ayır. Tekrar oku. Fikir üret. Hayallerini kat…“. İşte tüm bunların karşılığı “journaling”.

Ben bunu kırk yıldır; gerçekten kırk yıldır yazıyorum. Enstitü yıllarım yazmakla geçti. Fakülte yaşamım yazmakla geçti. Bu nedenle özgeçmişimi özetlerken üniversite yıllarım için “yazarak öğrenme” deyimini kullandım. Laf aramızda mecburdum da. Çünkü kitap alacak param yoktu. Hep yazdım. Böylece benim öğrenme stilim de şekillenmişti. Şimdi çok iyi biliyorum ki ancak yazarak öğrenebiliyorum. Yeni yılda RJ09BBY (2009 da gençleşen beşibiryerde) den beklentilerime baktığımda giderayak oluşturduğum MAS düşüncesine adım adım nasıl geldiğime değinmeyi yararlı gördüm.

İşte DOD 2001 Öyküm.

Yıl 2001. İkinci global birleşmeyi yaşayan kurumumda ilginç bir görüntü var. Pazarlama bölümünde beklenti üstü yapılanmaya verilen izin umutları artırıyor. Onaltı kişi olduk. Hepimiz uzmanız. Çoğumuz askerlik (“er” demek istiyorum) süresinde yaşlanmış birer subay olmuşuz. Uzmanlıklarımız ve güçlü yönlerimiz en büyük tuzağımız. Kimimiz yer ve mekan tanımadan koşturuyoruz; kimimiz yerimizden kıpırdamıyoruz. Yeni yapının en önemli göstergesi olan kuvvetlerin ayrılığı prensibiyle ya boşluklarımız oluşuyor veya duplikasyonlar. Ortasını bulamıyoruz. Sistemin oturması için zaman gerekli. Ne yazık ki zaman yok. Ama gerçekten mükemmel bir insan kaynakları müdürümüz var (Dr.EY). İlk 90 Gün geçti ve sonuçlara baktığımızda “merkezden çıt yok”. Bu söz yine bir fırça yememe neden oluyor. Daha önce yazdığım gibi kendimi “aktivist (yapmak için yıkan)” olarak görüyorum. İnsan Kaynakları müdürümüze bir elektronik posta gönderiyorum. Ülke müdürüyle ilk amirimi de bilgilendiriyorum. Yazımın konu başlığı da “gözünü kapayan sadece kendine gündüzü gece yapar” oluyor ve öneride bulunup önerim kabul görürse yardıma hazır olduğumu bildiriyorum. İlk amirimden yanıt geliyor ve “Bu bizim işimiz; senin üstüne vazife değil; bu yazının yazılmadığını varsayıyorum“. Susuyorum. Ruhumda fırtınalar kopuyor. Yine de bir ay sonra, tam aktif sezonda Antalya’da toplanıyoruz.

Motivasyonu yükseltmek için dört gün ayırıyoruz. Oyunlar oynuyoruz. Birleşmiş Milletler olup paylaşmanın, paylaşarak boşlukları doldurup verimliliği artırmanın mesajını oyunla pekiştirmeye çalışıyoruz. Paint-ball oynuyoruz. Hedefe giderken takım olmanın önemini gösterebilmek için boyalı mermilerle birbirimizi vuruyoruz. Genel müdür şu sözleriyle isyan ediyor “Anlamıyorum neden ? En çok beni vuruyorlar !”. Bu arada Sevgili Hüseyin’e atfettiğimiz bir fıkra hepimizi güldürüyor. Hüseyin’i testislerinden vurmuşlar. Şişmiş ve acısı var. Doktora yalvarıyor: “Aman doktor ne olur, acısını dindir ama şişini indirme !”. Burnundan kıl aldırmayan bir büyüğümüz gala gecesinde dansözün önünde yerlere çökünce fırsat bu fırsattır deyip ertesi gün için yarım saatlik bir toplantı istiyorum. “DOD” mesajımı vermek istediğimi anlatıyorum. Ertesi gün herkes valizlerini toplayıp yola çıkış hazırlıklarını tamamladığında sadece benim için tekrar toplantı salonuna dönüyorlar.

DOD mesajımın açılımı “Do Or Die” yani “Yap Ya da Öl“. Herşey çok açık. Rekabetle baş etmede zorlanıyoruz. Hedeflerimize ulaşamıyoruz. Ülkesel kriz kadar, yeni yapılanmanın tartışmaları içinde bütünleşemiyoruz. “Mış gibi” bile olsa yapamıyoruz. Halbuki kriz koşullarından sağlayabileceğimiz ekstra özerklikle neler yapmayız ki ? Daha önce pek çok örneğini yaşadığımız… Bir fark yaratmalıyız. Yaratabiliriz. Bunun için önerilerimi soyadımla (COPCU) sembolleştirdiğim üç fıkrayla süslüyorum. İkinci fıkrada grubun iyimserlik ve kötümserlik düzeyini belirleyebilmek için küçük bir test (OPPORTUNITYISNOWHERE) yaptığımı daha önce yazmıştım.

Fıkralarım ve mesajlarım şöyle

Copcu” nun ilk “C” si için “Creativity:Yaratıcılık” konusunda yapabileceklerimizi somutlaştırıyorum. Bu yaklaşım daha sonra kurumsal dört temel değerimizden “Inovasyon:Yenilikçilik” olarak isimlendirilecektir. Fıkramı özetleyeyim:

Bakmışlar karıncanın biri dağı delmeye çalışıyor. Sormuşlar “Neden bunu yapıyorsun ?“. Yanıtı “Ardında sevgilim var; ona ulaşmak istiyorum” olmuş. “Ama…” demişler “Bu işi yaparken ölürsün”. “Olsun” demiş karınca “En azından sevgilimin uğruna ölmüş olurum“.

Ana mesajım, yaşam büfesinde self servis olan başarılar için her zaman bir formülüm oldu. Bu formülümde “başarının üç boyutu” diye tanımladığım “3D” nin birincisi “D3:Dedication : Adanmışlık” idi. İş yaşamında çok zor bir kavram. Çünkü karşılığında çalışanın aklında hep şu soru vardır : “Neden ?“. Daha çok askerlikte ve dinde geçerli olsa da adanmışlık, yaptığınız işi sevmekle, inanmakla ilgili bence. Belki de “tutku”nun karşılığı ve Mısır’daki sunumumda (2004) dediğim gibi “tutku” biraz da eza-cefa içerir.

Mesajım bugün de aynen geçerli. Diyorum ki uğruna görev tanımlarınızı aşacak inisiyatifler kullanmanızı neden olabilecek hedefiniz olsun. Bunun ilk adımı da hayallerinizi “TOMBUL“laştırın (A.Ş.İzgören) ve hedefiniz kılın. Her şey sizin ellerinizde. Bugün RJ09BBY nin yapması gereken de bu. Nasıl olacak ? SSTC öğrenme yolculuğuyla yaşam büfesinde sıraya geçmiş olanların SSFMWS (Satış Becerilerini izleme Küçük Çalıştayları) ile etkili haftalık programlarla yüksek performanlı ekip olduklarını gösterebilmeleri; hissettirebilmeleri.

İlk 90 Gün için en net sözüm şu “Kolaylaştıcı Koçlar, haydi hayırlı işler”.

Diğer fıkralarımı gelecek yazımda anlatacağım.

SSTC nin ikinci temel mesajının “bilmek yapabilmektir” olduğunu ve bunu da en güzel olarak Latince’deki şu özdeyişin ifade ettiğini hep anımsayın “Acta non verba: Laf değil eylem“.

Yolunuz hep aydınlık olsun.

Öykücü (mustafa@copcu.com)